Kurşun Kalemli Şair

Yayınlama: 09.03.2015
A+
A-

Akif’in Hayatında Veteriner Hekimliğin İzleri

“Akif yalnız bizim asrımızın değil, hatta tarihimizin en büyük destan şairidir.” diyor Cenab Şahâbeddin. Onun kalbi katı hislerden çok uzak ve çok yüksek iki aşk ile yanar; din aşkı, vatan aşkı. Türk ve İslam tarihi Akif’ten daha büyük bir şair tanımaz. Alnında parıldayan inancın ışığını, ölümsüz mısralara dönüştüren, köylüsünden kentlisine, avamından havasına, her gönüle hitap etmesini bilen şair, mütefekkir, devlet adamı, önder.

Mehmet Akif, İstiklal Marşının Şairi olması sebebiyle “Milli Şair” unvanını haklı olarak almış ve onun bu unvanı tek başına bir insanın mensubu olduğu milletten alabileceği en büyük ödül ve paye olmuştur. “Allah bu Millet’e bir daha İstiklal Marşı yazılacak günleri göstermesin.”

Onun çok vasfı olduğunu biliyoruz. Ancak Mehmet Akif’in veteriner hekimliği, ondan söz edenlerin her nedense ya hiç aklına gelmez, yahut en sonunda hatırlanır. Oysa Mehmet Akif’in düşünce ve his dünyasında veteriner hekimliğinin işgal ettiği yerin ne kadar önemli olduğu, hayat tarzından ve şiirlerinden anlaşılıyor.

Mehmet Akif’i veteriner hekimlik mesleğinin meseleleri ile bu derece ilgili kılan neydi? Hiç şüphesiz bu mesleğe olan inancı, Akif’in okul hayatında ve ilk meslek yıllarında çok değerli hocaları olmuştu.

19.yüzyılın son çeyreği,Osmanlı Devleti’nin müspet ilim alanında hamle yıllarıydı. II.Abdülhamit Han zamanında birbiri ardından hizmete giren bilim yuvaları, yurtta ilime ve tekniğe yönelen kalplerin sayısını arttırıyordu. Yurt dışında eğitim gören milliyetçiler, medeni dünya ile açılan teknik mesafeyi kapatmaya çalışıyorlardı. Bu ilim ve teknik çabalarının en verimli olduğu alanlardan biri de veteriner hekimlik alanıydı.

Pasteur’un 1885 yılında kuduz aşısı tatbikatını duyurmasından sonra hemen ertesi yıl ülkemizden üç kişilik bir bilim heyeti, Pasteur Enstitüsü’ne Osmanlı Devletinin maddi armağanları ile beraber tebriklerini götürüyor, ilmi alışveriş böylece başlıyordu. Osmanlı Devleti 1887 yılında dünyanın 3. Kuduz Müesesesi’ni bu temaslar sonucu kurdu.

1893 yılında açılan ilk Veteriner okulu işte bu ortamda öğrencilerini eğitti. Veteriner Hekim adayı Mehmet Akif, Pasteur’un ilim yolundaki çabalarını sıcağı sıcağına bu yuvada öğreniyor, gizliden gizliye ona büyük bir sevgi besliyordu. Nitekim arkadaşı Mithat Cemal’in kaydettiğine göre, okul yıllarından sonra Akif’in kütüphanesinde Pasteur’un resmi hiç eksik olmamıştı. Hele Pasteur’un de kendisi gibi ilahi düzenin inanırı olması Akif’teki Pasteur sevgisini arttırıyordu.

Mithat Cemal diyor ki:

“Akif Pasteur’un adını heyecanla söylüyor heyecanla dinliyordu. (Sonradan anlıyorum) Bu heyecan Akif’te meftunluk tavrı almıştı. Kütüphanesinden Pasteur’un resimlerini çıkarır, dudağında ince tebessümle bu resimlere dalardı.”

Akif’in mesleki hayatında hep kendini hissettirirdi.1908’de kurulan ilk veteriner derneği “Osmanlı Cemiyet-i İlmiye Baytariyesi”nin kurucusu O idi. Yine ilk Veteriner dergilerinden biri olan “Mecmua-i Fünun-u Baytariye”nin yayın kurulu üyeleri arasında bulunuyordu.

Mehmet Akif’in önderlik ettiği mesleki derneklerden bir diğeri 1910 yılında kurulan “Baytar Mekteb-i Alisi Mezunin Cemiyeti”ydi. Cemiyetin “Risale-i Fenn-i Baytari”adlı yayın organı Akif’in idaresi altındaydı.

 

Memuriyet Sicil Kayıtlarında Veteriner Hekim Mehmet Akif Ersoy

Bu yazımın konusunu ve iskeletini oluşturan bilgi ve belgeler, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının sicil arşivi ve personel kayıtlarından derlenmiştir. Söz konusu belgelerin büyük bir kısmı Osmanlı’ca, 1930’lardan sonraki döneme ait bazıları da günümüz Türkçe’siyle yazılmıştır.

Akif, Türkiye’de kurulan ilk sivil Veteriner Okulunun bir numaralı öğrencisidir ve aynı zamanda çok başarılı bir talebelik hayatının sonunda mezun olurken de okulun birincisidir.

Veteriner İşleri Genel Müdür Yardımcılığına kadar yükselen Mehmet Akif’in veteriner Hekim olarak sürdürdüğü 20 yıl civarındaki meslek hayatında da kuşkusuz dürüstlük, fedakarlık, başarı, yüksek bir ahlak anlayışı ve seciye ve erdem vardır.

Fatih dersiamlarından İpek’li merhum Tahir Efendi’nin oğlu olarak hicri 1290 yılında bugünkü Çanakkale ilinin Bayramiç kazasında doğmuştur.

Başlangıç ilimlerini (mukaddemât-ı ulumu) özel surette ders alarak tahsil ettikten sonra Mülkiye İdadisine (Lise) girerek buradan Rumi 1305 yılında bir kıt’a şehadetname (diploma) aldığını ve arkasından Mülkiye Baytar Mektebine (Veteriner Fakültesi) girerek dört yıl eğitim aldıktan sonra Rumi 1309 yılında sınıf birincisi olarak mezun olduğunu ifade etmiştir. Şiire ilgisi de bu yıllarda okulun son iki senesinde başlıyor.

Mehmet Akif’in kendi ağzından özgeçmişini anlattığı sicil belgesinde devamla, yirmi yaşında iken yani Rumi 1309 yılında 710 kuruş aylık ile Orman ve Madenler Bakanlığı Ziraat İşleri Fen Heyeti Beşinci Şube Müfettişi Muavinliğine tayin edildiği yazılmaktadır.

Görev yeri İstanbul olmasına rağmen Akif, 4 yıl Rumeli, Anadolu ve Arabistan’ın çeşitli bölgelerinde görev yapmıştır.

Bu seyahatler Akif’in gözlem gücünü, toplumu daha yakından tanımasını sağlamış olmalıdır. Akif bu dönemdeki gözlemlerini şiirlerinde son derece gerçekçi bir şekilde kullanır. Yine bu ve bundan sonraki seyahatler Akif’in hem düşünce tarzını hem de şiir anlayışını temellendirir.

Tarım Bakanlığı Ziraat Genel Müdürlüğünün Personel Müdürlüğüne hitaben yazdığı 14.07.1936 Tarih ve 808 sayılı yazıda Mehmet Akif’in Öğretmen iken 1920 de Milletvekilliğine seçildiği ve o zamana ait sicil kayıtlarının gönderildiğini ifade etmektedir.

Akif’in Eserlerinde Veteriner Hekimliğin İzleri

Akif düşüncesinin bir ucunda bilim ve teknik, diğer ucunda memleket gerçekleri vardı. Bu iki noktayı birleştiren kuvvet ise Akif’in mesleği, yani veterinerliği idi. Mehmet Akif acı yurt gerçekleri ile mesleğini icra ederken karşılaştı. Memleketin en ücra köşelerini, sosyal yaraların en onulmazlarını bu vesile ile tanıdı.

“Köylünün bir şeyi yok,sıhhati,ahlakı bitik,

Bak o sırtındaki mintan bile tiftik tiftik.

Bir kemik,bir deridir ölmedi

Kaldıysa diri,

Nerde evvelki refahın acaba onda biri?”

Mehmet Akif halkın yaralarını sarmak için hemen harekete geçmek gereğine inanır ve bu yolda mesleğine de büyük güven duyardı. Safahat’taki Köse İmam’la konuşmasını hatırlayalım,

“-Kimi bid’atçı diyor… Duyduğum en çok bunlar.

-Daha var mıydı, İmam?

-Var ya, unuttum: Baytar.,

-Keşke baytarlık edeydim…”

Mehmet Akif’in mesleğine olan sevgisi ve bağlılığı ömrünün sonuna kadar sürecekti. Ölümünden bir yıl önce Mısır’dan Pendik Bakteriyolji Laboratuvarı Müdürü Şefik Kolaylı’ya yazdığı mektuplarda, müessese hakkında bilgi ve fotoğraflar istiyor, genç veterinerlerin mesleğe atılırken, bu laboratuarlarda muhakkak eğitime tabi tutulması istiyordu.

Mehmet Akif’in 63 yıllık ömründe özellikle gençlik ve olgunluk yılları, köy, köylülük, tarım, hayvancılığın ön planda olduğu yurt kalkınmasının meseleleri ile dopdolu geçti. O tarımda, sadece maddi değil, manevi gelişmenin de işaret taşlarını diken seçkin bir önderdir. Mehmet Akif’i çok iyi bir tahlile tabi tutmuş olan Emin Erişirgil, şöyle değerlendirme yapar:

Doğrusu Mülkiye Baytar Mektebi-i Alisinin memlekete hiçbir faydası olmasaydı da sadece Mehmet Akif oradan çıkmış bulunsaydı, yine bu müessesenin iftihara hakkı olurdu”

Akif mesleğine özlemini şiirlerinde dile getiriyordu.

“-Unuttum be Köse.

-Keşke zihninde kalaymış, ne kadar lazımmış;

Beni dinler misin evlâd? yine kaabilse çalış:

Çünkü bir tecrübe etsen senin aklın da yatar,

Bize insan hekiminden daha lâzım baytar.”

Bir karakter Abidesi Olarak Mehmet Âkif

Veteriner İşleri Müdür Yardımcısı Mehmet Akif’in sicil dosyasındaki en önemli belge, onun bu görevinden istifa ettiğine dair belgedir 11 Mayıs 1329 tarihli istifa yazısı Mehmet Akif’in farklılığını, benzersizliğini bütün yalınlığı ve güzelliğiyle ortaya koymaktadır.

Akif. «haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” inancındaydı. Haksızlığa tahammül ettiği ve hele yaltaklanarak menfaat peşinde koştuğu görülmemişti. Veteriner İşleri Müdür Yardımcısı görevini üstlendiği yıllarda Veteriner İşleri Müdürünün bir haksız karar ile azledilmesi üzerine görevinden istifa etti.

Kendisine bu hareketinin sebebi sorulduğunda başkasına yapılan haksızlığa tahammül etmesinin mümkün olmadığını söylüyordu. “Arkadaşıma yapılan haksızlık bana yapılmış demektir” diye 20 yıllık memuriyetine tereddütsüzce veda etmişti.

Şöyle yazıyor Mehmet Akif;

“Ticaret ve Ziraat Nezareti (Bakanlığı) Celilesine

Devletli Efendim Hazretleri

Umûr-ı Baytariye Müdürü (Veteriner İşleri Müdürü) Abdullah Efendi’nin yerden göğe kadar haklı olduğu bakteriyolojihane meselesinden dolayı azli (görevden alınması) üzerine acizleri memuriyetinden sureti katiyede istifa ediyorum. Ol bab da emrü ferman hazreti men lehül emrindir.

Mehmet Akif

Umûr-ı Baytariye Müdür Muavini”

Özellikle makam, mevki ve diğer maddi menfaatler için insanların birbirini ezip geçtiği, birbirlerine olmadık iftiralar attığı, oyunlar kurduğu günümüzde, yaşanan olaylar göz önüne alındığında, Mehmet Akif’in bu tavrı daha çok anlam kazanmakta ve abideleşmektedir.

Öyle ya; boşalan bir kadro ve pozisyon için, iyi ki boşaldı deyip araya ricacı koyarak atanmak varken, o makam sahibine haksızlık yapıldığını düşünüp, böyle bir haksızlığa, kendisi istifa ederek karşı durmak düşüncesi günümüzden ne kadar da uzak!

İşte Mehmet Akif farkı burada, şu mısraların pratiğini ondan daha iyi hayatına uygulayacak kaç kişi var!

“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim

Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim

Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.”

Meclis’te İlk Veteriner Hekim

Belgelerde, 1336 Tarihinde (1920) Mehmet Akif’in Öğretmen iken yetkisiz ve izinsiz olarak görevini terk ettiği ve memuriyetine son verildiği, yerine gelecek sene başında Cevat Rüştü’nün tayin edildiği anlaşılmaktadır ki bu tarih Mehmet Akif’in Milli Mücadeleye destek vermek üzere Anadolu’da olduğu ve Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Milletvekili seçildiği döneme denk gelmektedir.

Mehmet Âkif Ankara’ya yapacağı seyahatini sadece damadı Ömer Rıza Doğrul ile yakın arkadaşı Eşref Edip Beylere haber verir. Kendileriyle bir sır tevdi eder gibi konuşur:

“Artık burada duracak zaman değildir. Gidip çalışmak gerekir. Halkın bizim tarafımızdan aydınlatılmasına ihtiyaç varmış. Çağırıyorlar… Ben yarın Ankara’ya hareket ediyorum. Hiç kimsenin haberi olmasın…”

Ankara yolculuğuna oğlu Emin Beyle çıkar. Emin Beyin hatıralarında belirtildiği gibi trenden iner inmez doğru Meclis’in önüne gelirler. Bu sıra bir ziyarete gitmekte olan Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşırlar. Mustafa Kemal Paşa Mehmet Âkif’i görünce yaklaşır;

“Sizi bekliyordum efendim; tam zamanında geldiniz. Şimdi görüşmek mümkün olmayacak; ben size ziyarete gelirim.”

Mehmet Âkif Ankara’ya gelince Hacı Bayram Camiinde va’za başlar. Milli Mücadeleye katkısı olabilecek şekilde bazı kentleri dolaşır ve o kentlerde vaazlar verir. Kuvâ-yı milliyenin bir İttihatçı hareketi olmadığını anlatır. Eğer vatanı kaybedersek gidecek yerimiz kalmayacağını söyler. Bu savaşın dine ve halifeye hiyanet için yapılmadığını anlatır. Aksine milli mücadelenin bir cihad olduğunu ve bu savaşa katılmanın dinen farz kılındığını aktarır.

O günlerde sözüne güvenilir en önemli İslâm büyüğü olarak Mehmet Âkif’in konuşmaları etkili olur.

Burdur’dan milletvekili seçildiğini belirten mazbatasını alır. Meclis Burdur olarak mazbatayı kabul eder. Birkaç gün sonra Biga’dan mebus seçildiği haberi gelir. Meclis Biga mebusluğu mazbatasını da kabul eder. Ancak Âkif, Biga mebusluğundan istifa ederek Meclise Burdur mebusu olarak girer.

Akif Uzaklarda Duydu Çanakkale’yi

Dönemin en ileri tekniğine sahip silah ve araçlarla Çanakkale’ye yüklenen düşman karşısında, Türk askeri “ölürsem şehidim, kalırsam gazi” iftiharı ile çarpışıyordu. Emperyalistler geldikleri gibi gittiler. Zaferden sonra Başkumandan Vekili Enver Paşa, İmparatorluğun en uzaktaki müfrezesine kadar Çanakkale Zaferini müjdelemek için Telgrafhaneye koşmuş tek tek kumandanları telgraf başına çağırmıştı.

Enver Paşa, Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Kuşçubaşı Eşref Beyi aradı. Eşref Bey, Anadolu Bağdat Demiryolu hattının son durağı olan El Muazzam istasyonundaydı. Telsiz başında bizzat şu telgrafı yazdırdı:

“Çanakkale Savaşında ordumuz muzaffer oldu. Düşman mağlup, mahcup ve mecruh (yaralı) olarak çekiliyor…”

Haber bütün yurtta mutluluk yarattı. El Muazzam’daki sevinç muazzamdı. Orada bulunanlardan biri haberi duyunca Kuşçubaşı Eşref Beyin boynuna sarıldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamağa başladı. Bu hıçkıran vatanperver, yüreği yanık memleket evladının adı, Mehmet Âkif’ti…

Mehmet Âkif, büyük vatan sevgisi ve meftun olduğu Türk istiklal ve hürriyet sevdasıyla yavaşça kalabalığın arasından sıyrıldı. Gerisi Kuşçubaşı Eşref Bey anlatıyor:

«…Ay bedir halindeydi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını, zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, bu güneşi unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı. İstasyon binasının arkasındaki hurmalığın içine çekildi. Sadece hıçkırıklarını duyuyorduk. İçli, derin hıçkırıklar….İşte Çanakkale’ye layık o büyük destan, bu hıçkırıklar içinde meydana geldi… »

“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi

En kesif orduların yükleniyor dördü – beşi…

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

Kaç donanmayla sarılmış, ufacık bir karaya.

……

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i

Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi

«Sabahleyin, vazifesini tamamlamış fanilerin az kula nasib olan rahatlığıyla yüzüme derin derin baktı: Artık ölebilirim Eşref! dedi. Gözlerim açık gitmez!.”

Mehmet Akif’in 1936 da vefat ettiği ve Burdur Mebusu ve mülga Veteriner Genel Müdür Muavini olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca 32 sene 9 ay 23 gün emekliliğe esas hizmeti bulunduğu ve toplam olarak 1248 lira emekli aylığı bağlandığı anlaşılmaktadır.

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 1 Yorum
  1. Arzu dedi ki:

    Milli şairimizin pek anlatılmayan ve bilinmeyen yönlerini işlemişsiniz. Umarım ziyaret edenler yazınızı sonuna kadar okumuşlardır ve okuyacaklardır. Gerçekten okunmasında fayda görüyorum. Kaleminize sağlık.