Mağrurlanma Padişahım…

Yayınlama: 05.01.2019
A+
A-

Günahkâr deyince genellikle içki içenleri, fuhuş batağına saplananları gözümüzde canlandırırız. Doğrudur; içki, zina, faiz gibi çirkin işler büyük günahlardandır. Günde bir ya da iki saatini içkiye, kumara ayırır ve günaha dalar kimileri. Sonunda bu çirkin fiiliyattan pişmanlık duyarlar ve kendi yaptıklarından tiksinirler. Kendilerini hayırsız bir kul olarak görür ve karamsarlığa kapılıp dualarının dahi kabul olmayacağına kanaat getirirler.
Ancak İslam alimleri içkiden, zinadan vs. daha büyük günahların varlığından bahseder. Bunlar; kibir, benlik, riya, haset gibi gönül evimizi tarumar eden batınımızdaki günahlardır. Günümüzün yirmi dört saatinde kibirle, hasetle, riyayla gezeriz de günaha girdiğimizin farkında bile olmayız. Bir sarhoşun vicdani ezikliğinin onda biri kadar olsun kibrimize, riyakarlığımıza pişmanlık hissetmediğimiz gibi kendimizi dev aynasında görmeye devam ederiz. İşte meleklerin hocası mertebesindeki iblisi melun yapan böyle bir böbürlenme günahı olmuştur.
Gurur, bele bağlanan taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur diye buyurmuş Hazreti Mevlana.
Cenab-ı Hakk’ın yürü ya kulum dediği insanlar vardır. Başarıdan başarıya yürümüştür. Ancak ne zaman marifeti kendi nefsinde görmüşse efsun bozulmuş, zafer sarhoşluğu hüsranla neticelenmiştir. İnsan oğlu “tevfiğin” Allahu Teâlâ’dan olduğunu unutmamalı. Ne kadar yükselirse yükselsin, ne kadar başarılı olursa olsun şımarmamalı. Acziyetini bilmeli. Sadece savaşla kazanılan bir zaferde, elde edilen bir makam koltuğunda değil öğrenilen ilimde, yapılan salih amellerde, erişilen her nimette sahip olunanın bir ilahi lütuf olduğunu idrak etmeli ve kadri bilinmezse elimizden alınacağını düşünmeliyiz. Şanlı tarihimizde ne güzel örnekleri vardır yâd edebileceğimiz. Konya’daki Karatay Medresesi’ni yaptıran Anadolu Selçuklu Devleti emiri Celalleddin Karatay’dır. Yaptırdığı medrese dilden dile dolaşıyor görenler hayran kalıyordu. Celaleddin Karatay’ın içine bir merak düşüverdi. “Acaba nasıl bir bina yaptırdım bir de ben göreyim” dedi ve atını mahmuzlayarak yola koyuldu. Yolda kalbine bir korku düştü. Bu binayı ben yaptırdım diyerek gurura kapılacağından endişeye düşüp medreseyi görmekten vazgeçti ve hemen geri döndü. Ömrü boyunca herkesin takdirini kazanan kendi yaptırdığı Karatay Medresesi’ni “görünce gurura düşerim” endişesinden dolayı hiç göremedi.
Hazır tarihten sayfalar çevirmeye başlamışken Özdemiroğlu Osman Paşa’yı da zikredelim gelin. Ömrü at üstünde seferde geçen ve seksen yaşlarında sefere giderken yolda vefat eden unuttuğumuz kahramanlarımızdan biridir Özdemiroğlu Osman Paşa. Şimdi zaferlerini anlatmaya başlasam bu sayfaya sığmaz. Ancak Yemen’deki başarılarıyla parlayıp Gürcistan seferlerindeki başarılarıyla Kafkas Kartalı ünvanını aldığını hatta bir seferinde atların ayağına teneke bağlayıp düşmanın üzerine salarak kan dökmeden zafer kazandığını İran’la yaptığı savaşların dillere destan olduğunu kısa bir fragman misali hatırlamakta yarar var. Osmanlı sadrazamları içinde hakkında bir çok tarihçinin zafernameler yazdığı başka bir devlet adamı hatırlamıyorum.
Konumuz Özdemiroğlu Osman Paşa’nın zaferleri değil elbette. Konumuzla alakalı olan husus ise bu kadar önemli başarılara imza atan bir devlet adamına kendisini sadrazam yapan Sultan 3. Murat’ın hürmet göstererek “Paşa bu kadar zaferler kazandın. Ne gördün neler yaşadın. Hele bize de anlat.” demesi üzerine verdiği cevaptır. “Sultanım af buyurun. Bu zaferler bizim değil Türk ordusunun zaferleridir. Askerin elde ettiği başarıyı ben nasıl olur da kendiminmiş gibi sahiplenirim. Biz aciz bir kuluz.” diyebilmek her baba yiğidin harcı değildir. İşin ucunda kendisini yüceltip padişahın gözüne daha fazla girebilme fırsatı vardı nihayetinde.
Askerlikte, siyasette, sanatta, edebiyatta, sporda, mimaride, ilimde vs. insan oğlunun zirveye yükselmesinden, parlak zaferler kazanmasından doğal bir netice olamaz. Ancak bu zaferler başımızı döndürmemeli ve biz olmazsak bu geminin yürümeyeceğini düşünmemeliyiz. Böyle düşündüğümüz vakit gemi su almaya başlayacaktır. Gurur bütün amelleri yakan; bütün feyiz ve nispeti, ilahi yardımları kesen bir marazdır.
Alimin birisi ilmiyle gurura kapılmıştır. Bir gün genç bir derviş kendisine bir sual sorar. “Allahu Teâlâ’nın ilmi ne kadardır?” Alim zat ise boş bir kağıdı göstererek. “Bu kağıdı uçsuz bucaksız kâinat gibi düşün. Allahu Teâlâ’nın ilmi de işte böyle uçsuz bucaksız” der. Derviş bir sual daha yöneltir. “Efendim Allahu Teala’nın ilminin yanında iki cihan güneşi Peygamberimizin (sav) ilmi ne kadar? Alim kağıdın üzerine küçük bir nokta kor ve işte bu nokta kadardır” der. Şimdi sıkı durun dervişten üçüncü soru geliyor. “Peki, Allah ve Resulu’nun ilminin yanında senin bildiğin ne kadardır?” Hoca kıpkırmızı kesilir. İlmi ile gururlandığı için kendisine ders verildiğini anlar ve hatasına tevbe eder.
Rengarenk tavuz kuşunu herkes hayranlıkla seyrederken o hep ayağındaki siyahlığı görür ve utanç duyarmış. Bizler de tavuz kuşu misali acziyetimizi görmeli hatalarımızdan çokça pişmanlık duymalıyız. Meselenin bir diğer boyutu daha var ki kanayan yaramızdır. İlmi, hüneri, gücü, zenginliği olan insanların gurura, kibire yenik düşmesinden daha tehlikelidir işin bu boyutu. Hiçbir hüneri olmayan insanların kendisini her konuda bilgili, her alanda en iyi, herkesten üstün görerek kasıla kasıla yürümesi. İmam-ı Şafi hazretleri böyleleri için şöyle diyor. “Ne zaman bir alim ile tartışsam onu yenerim. Ne zaman bir cahil ile tartışsam o beni yener. “Bu kişiler sağdan soldan yarım yamalak edindikleri bilgilerle uzmanlık taslar. Kendilerinin çok önemli bir isim olduğunu düşünerek başkalarını beğenmez. Her fırsatta ben önemliyim beni otorite kabul edin diyecek olurlar.
Son bir hikâye ile sözümüzü nihayete erdirelim.
Kurbağanın birisi kuşlara özenip onlar gibi uçma hevesine kapılmış. Sonra aklına bir fikir gelmiş. Ağzına bir çubuk almış. Kuşun biri çubuğun bir ucundan diğeri de öbür ucundan tutmuş. Kurbağa da iki kuşun arasında çubuğu ağzıyla kavramış ve göğe doğru yükselmişler. Kurbağanın kuşlarla uçtuğunu görenler hayran kalmışlar. Kuşun biri yanlarına yaklaşarak “Bu ne güzel bir düşünce. Kim böyle güzel bir uçma planını akıl etti. Kurbağa heyecanlandı. “Ben” dedi. Ben deyince çubuk ağzından kaydı. Gökten yere düşerek paramparça oldu. İşte fiiliyat ne kadar parlak olursa olsun. Ben deyince uğrayacağımız akıbet kurbağanın durumuna benziyor. Cenab-ı Hakk cümlemizi istikamete eriştirsin.

Not: Bu yazının yorumları aşağıdaki sayfadadır!

[ilgiliMakale icerik_id=”13426″]

Yazarın Son Yazıları
10.05.2020
13.07.2020
29.05.2020
19.11.2018
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 1 Yorum
  1. Ahmet Dağhan dedi ki:

    Hocam mükemmel bir yazı olmuş… Allah sizden razı olsun…