İlk Söz

Yayınlama: 11.11.2020
A+
A-

Əvvəl baxışınla məni heyran elədin sən,
Bir incə gülüşlə ürəyim qan elədin sən,
Sonra məni bir lütf ilə xəndan elədin sən,
Kafər qızı, axır məni Sən`an elədin sən,
Yansın dilim ağzımda, desəm, nazını az et,
Naz et mənə, ey sevgili canan, mənə naz et.  ( Eliağa Vahid- 1895-1965)

Güzel sözü okudukça kaleminden, kelamından utanmak, mısralardan kaçıp sözden sakınmak acaba yerinde midir? Her gelen kendinden önceki güzelliği görüp daha güzelini nasılsa yapamam diye vazgeçse ne olurdu dünyanın hali? Mimarlar, Sinan’dan sonra bıraksaydı taş üstüne taş koymayı, Fuzuli’den sonra kimse anlatmasaydı Leyla ile Mecnunu, “kimden umarsın kerem ehli mürüvvet kalmadı diyen Bakiden 400 yıl sonra Abdurrahim Karakoç diyebilir miydi “Ekranda, sahnede, caddede, parkta/ İffeti harcadık… Daha ne kaldı? diye. Ya Hafız’dan bir nice sonra “rindane” kalem oynatmasaydı Yahya Kemal, tam 500 yılın ardından “Yansın dilim ağzımda desem nazını az et” dememesi iktiza ederdi Eliağa Vahid’in, Ya Rab belayı aşk ile kıl aşina beni, bir dem belayı aşktan etme cüda beni dedikten sonra Fuzuli.

Yıllarca elime her kalem aldığımda beni yazmaktan men eden düşünce bu oldu. İyi ve güzel yazabilmenin olmazsa olmaz şartı durmaksızın ve doymak bilmeyen bir iştahla okumaktır. Fakat gel gelelim ki yukarıda zikrettiğim kelam ehli ve onlar gibi daha nicelerini her okuduğumda önce bir hayranlık, sonra yazdıklarıma ve söylediklerime bir pişmanlık ve nihayetinde hemen herkeste olduğu gibi bir ince kıskançlık doğuyordu içimde. Pişmanlığım eksikliğimden ve asla böyle güzel bir söyleyişe sahip olamayacağım düşüncesinden, kıskançlığım elbette benden önce ve üstelik de böyle dâhiyane ve arifane söylenmiş/yazılmış olmasından kaynaklanıyordu. Dikkat buyurun hayranlıktan bahsetmedim çünkü bunu bile tariften aciz kalıyorum. Söz gelimi “Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz/Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz” cümlelerini okuduktan sonra, hayat denen bu uzun ince yolu fazla değil iki cümlede acısıyla, tatlısıyla, iyisiyle, kötüsüyle ve her şey bir yana tahsili, terbiyesi, kariyeri her ne olursa olsun hayatı bir tarife sığdırmak isteyen her bir kimsenin okuduğunda kendini bulacağı bir üslupla anlatabilen Nabi üstada hayranlığımı nasıl ifade edeyim.

Örnekler hep şiir üzerinden oluyor, takdir olunur ki her olgu en güzel ve en akılda kalıcı tarifi üzerinden örneklenir. Şiir de bütün sanatların içinde ana sütü gibi en başta gelen, en doyurucu ve en verimlisi olduğundan, konumuz da kendini, hissiyatını ve zahir-batın dünyasını ifade etmek olduğundan şiirden daha uygun bir örnek bulmak da güç, aramak da faydasız zaten.

Dedim ya, bu güzellikleri, ustalıkları ve incelikleri görüyorken, kalemimin kifayet etmeyeceği gerçeği de olanca açıklığıyla ortadayken yazmak gibi nihayetsiz bir serüvene atılmak cesaretini bir türlü kendimde bulamadım. Yazdıklarım/yazabildiklerim de hep bana kaldı. Kimseyle paylaşmadım paylaşamadım. Neden sonra, Azerbaycan’ın son dönemlerde yetişmiş en önemli şairlerinden Eliağa Vahid’in yukarıdaki gazelini dinlerken “ Yansın dilim ağzımda desem nazını az et” cümlesi bana Fuzuliyi hatırlatınca gölgede duranın gölgesi olmaz hakikati bir tokat gibi yüzüme vurduğunda, binlercesinin içinde yalnız bir kelimesi bile olsa doğruyu, hakikati, güzelliği ve yakışanı söyleyebilmek ümidi bu satırları sizlerle buluşturabilme cüretini verdi bana.

Bundan böyle sözlerin büyüklerini, büyüklerin sözlerini kendime kılavuz edinerek birkaç kelam etme gayretimi onlardan hissedar olabilme ümidine bağlıyor ve belki de uzun bir yol olup ömrümce sürecek bir yolculuğun ilk adımlarını sizin takdirleriniz, kıymetli fikirleriniz, her zaman açık olacağım eleştirileriniz ve değerli katkılarınızla atmaya niyet etmiş bulunuyorum.

Niyetim, alışılagelmiş söylemle bir şeylerin nabzını tutmak değil, ahkâm kesmek hiç değil ( Allah nasib etmesin) niyetim kendimce güzel gördüğümü, duyduğumu, hissettiğimi yine kendimce ifade ederek ilgilisiyle ve ehliyle paylaşmak, kısacası sonucunda kimsenin zarar etmeyeceği bilakis muhabbetten yana kâr edeceği bir alışveriş yapmaktır.

Bu vesileyle bahsi geçen alışverişin gerçekleşmesine sebep olan, bana bu mecrada naçizane fikirlerimi ve hissiyatımı paylaşma imkanı veren ve tanıştığımız günden beri yazmak ve yazdıklarımı paylaşmak konusundaki dostane tavsiyeleriyle beni bu yolda cesaretlendiren, Bayburt’un tarihine, kültürüne, edebiyatına gençliğinin en güzel yıllarını feda ederek emek veren kıymetli dostum, güzel insan Fatih Dündar’a teşekkür ediyorum. Rabbim onu da beni de utandırmasın.

Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 6 Yorum
  1. Mine dedi ki:

    Kalemine sağlık. İyiki dediğim bir okumaydı.

    1. Hüseyin Akdoğan dedi ki:

      teşekkür ederim. söz, söylendikten/yazıldıktan sonra dinleyenin ve okuyanındır.

  2. Önder Eryılmaz dedi ki:

    Yüreğine sağlık. Bu kıymetli kalem daha nice coşkunluğunu,yetkinliğini gizlesin. Gönle hitap eden nice güzel köşe yazınızı okumak dileğiyle selamlarımı hürmetlerimi iletiyorum.

    1. Hüseyin Akdoğan dedi ki:

      Önder abim. Seninle aynı satırlarda buluşabilmekten bahtiyarım. Kıymetli iltifatlarınla gönlümü şad eyledin. Hürmet bizden abi. Eyvallah.

  3. Emre Kacır dedi ki:

    Çok güzel öğretici bir yazı okudum kalemine sağlık

    1. Hüseyin Akdoğan dedi ki:

      Teşekkür ederim.