Yeni Dünya Düzeni ve Kavimler Göçü

Yayınlama: 09.09.2021
A+
A-

Dünya tarihine hakim okuyucular, yazının başlığını okuduktan sonra kısa süreli bir anlam karmaşası yaşayabilir. 21. Yüzyılın  ilk çeyreğini bitirmeye bir elin parmaklarından daha az süre kalmış durumda. İçinde bulunduğumuz ilk çeyrek itibariyle bazı yerli ve yabancı sermaye sahiplerinin hatta devlet başkanlarının koşulsuz biat edip ağzından düşürmediği bir kavram var, evet bu çok da yeni olmayan kavramın adı  ‘yeni dünya düzeni‘.

Yeni değil diyorum fakat modern çağ insanını ilk defa bu yenilikte baskı altına alma ve tamamen köleleştirme amacı güdüyor. İnsanlar vatanlarından koparılıp bilinmeze itiliyor. Peki neden? Hadi gelin bu soruya yanıt arayalım.

M.S 350-800 yılları arasında iki dönem şeklinde gerçekleşen kavimler göçü Roma imparatorluğunu ikiye bölmüş göçlere dayanamayan Batı Roma İmparatorluğu M.S 476 yılında yıkılmıştı. Avrupa yüzyıla yakın bir süre karışıklıklar içerisinde kalmış, ilk çağ sona ermiş orta çağ başlamıştı. Fransız ihtilaline kadar devam edecek olan feodalite Avrupa’da hüküm sürmüştü.

Bu tarihsel bilgiler ışığında günümüze dönecek olursak kavimler göçü hali hazırda bitmemiş, bir bölgeyle sınırlı kalmamış, dünyanın neredeyse her coğrafik bölümünden her bir demografik unsurunu barındırarak gitgide artan, sonuçları öngörülemeyen tehlikeli bir noktaya ulaşmıştı.

21. yüzyılda göç kavramının tanımı; zorunlu ve gönüllü göçler olarak ikiye ayrılmış durumdadır. Bugün dünya çapında azımsanamayacak kitlelerin göç etme nedenleri kavimler göçünün gerekçelerinden farklı değildir.

Ulus devletlerin kendi içlerinde parçalanıp-parçalanmama mücadelesi vermeye zorlandığı bu yüzyılda, halklar gerek basiretsiz yöneticiler gerekse ülkeye aidiyet duygularının baskın gelmemesi gibi nedenlerle  ülkelerinden göç etmeye zorlanmaktadırlar.

Öte yandan iç savaşlar, ekonomik belirsizlikler, siyasi ve dini kimliklerin kabul görmemesi gibi faşist uygulamalar insanları can güvenliklerini korumak ve daha iyi yaşam koşulları için ülkelerinden koparmaktadır.

Ülkemiz jeopolitik konumu nedeniyle Ortadoğu ve Orta Asya’dan gelen yoğun bir göç dalgasının transit geçiş noktası olarak kullanılmakta  veya kendilerine sağlanan imkanlar nedeniyle mülteciler ülkemizde kalmayı tercih etmektedirler . Elbette göç etmek doğup büyüdüğü toprakları terk etmek dünya üzerindeki hiçbir insan için kolay değildir. İnsanlar anılarını, arkadaşlıklarını, iyi yada kötü yaşanmışlıklarını bırakıp ülkelerini kolay kolay terk etmek istemez. Unutmamalıyız ki atalarımız Anadolu topraklarına Çin İmparatorluğunun baskıları ve yeni kaynaklar aramak için göç etmiştir.

Göç etmenin etnik bir üstünlüğü olmadığı gibi hor görülecek bir yanı da bulunmamaktadır. Şartlar ve koşullar din tanımadığı gibi etnik kimlik de tanımamaktadır.

Ancak  içerisinde bulunduğumuz ve tarihe tanıklık ettiğimiz bugünlerde atmamız gereken adımlar, almamız gereken önlemler ve evvela kendi ulusal güvenliğimizi korumamız gerekmektedir.

Yeni Dünya Düzeni ve Kavimler Göçü

Özellikle Suriye, iç savaşı başladığından beri ülkemize yoğun bir göç yaşanmış hali hazırda bu durum düşüş göstermiş olsa da gerek Suriye nezdinde devam etmekte gerekse Afganistan ve Pakistan gibi ülkeler eklenerek devam etmektedir. İlk zamanlara kıyasla değerlendirdiğimizde Anadolu insanının büyük çoğunluğu şuan bu durumdan rahatsızlık duymaya başlamıştır.

Bizler her fırsatta Anadolu insanının yani insanımızın dünya çapında bir misafirperverliğe sahip olduğunu söylemeden geçmeyiz . Bu durum elbette ki yanlış bir ifade değildir ancak kendi vatanında ikinci sınıf hatta üçüncü sınıf muamele görmeye başladığını düşünen insanlarımızın sayısı azımsanamayacak derecededir ve gitgide artış göstermektedir.

Bu duruma neden olan bazı gerekçeler şunlardır; gitgide kötüleşen ekonomik görüntü, önü alınamayan-alınmak istemeyen ardı arkası bitmeyen yeni göç dalgaları, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın verdiği bazı imtiyazların vatandaşlık verilerek mültecilere kullandırılması, ülke içerisinde taşkınlık çıkaran ve kamuoyu huzurunu bozan mülteci tabanlı olaylar…

Görüyoruz ki, küresel güçler ‘Yeni Dünya Düzeni‘ söylemlerinin arkasında duracaklar ve mülkiyetsiz bir toplum inşa etmek için toprağa ve vatanlarına bağlı insanları savaşlarla, iç karışıklıklarla, ekonomik ve biyolojik saldırılarla yurtlarından koparacaklar.

Türkiye Cumhuriyeti, tarihin getirdiği ve uzun bir süredir sürdürmek zorunda kaldığı  Doğu ve Batı arasında tampon bölge olma çıkmazından acilen kurtulmalıdır. Ülkemiz Avrupa Birliğinin ekonomik ve stratejik ortağı değildir, koruyucusu hiç değildir. AB’ne üyelik yalanı çerçevesinde 1959’dan beri oyalanmaktadır. Şimdi ise kendi ekonomik değerlerini, kendi bağımsızlıklarını ve çocuklarının geleceğini düşünerek Türkiye Cumhuriyetini adeta bir mülteci üssü haline getirmişlerdir.

Özetle;

Ülkemiz hiçbir Avrupa ülkesinin güvenliğinden sorumlu değildir. Hegelistik stratejiyle uygulanmaya çalışılan böl-parçala-yönet üçlemesinin en büyük direnişçisi bölgesinin en güçlü ulus devleti Türkiye’dir.

Yeni nesil kavimler göçünü dizayn etmeye çalışan güçler bu kez farklı bir metotla insanları parçalamanın, yurtsuzlaştırmanın, mülkiyet haklarını ellerinden almanın ve biyolojik saldırılarla korku hegemonyasına hapsetmenin ve yönetmenin peşindeler.

Kuzey Irakta Türkmen nüfusu azaltıp nüfus sayımı yaparak yönetimde çoğunluğu sağlamaya çalışan Talabani ve Barzani’ye sesini yükselten devletimizin, sayısı 10 milyona ulaşan mültecilerin gelecekte ne gibi sorunlara yol açacağını öngörmesi gerekir.

Mülteci sorunu Türkiye’nin sorunu değildir. Savaşları başlatan emperyalistlerin insanları yurtlarından koparmasının sonucudur. Yaşanan göçlerin Doğu Akdeniz ve Orta Asya coğrafyası arasında şekillenmesi emperyalizmin ana amacını gözler önüne sermektedir.

Saygılarımla

Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 2 Yorum
  1. CENGİZ dedi ki:

    Ülkemizin nüfusu maalesef mültecilerle artırılıyor. On yıl sonra ne hale geleceğimiz belli değil. ülkenin yarısı mülteci olabilir. Kalemine sağlık Süleyman Karatepe

    1. İyi günler Cengiz bey, zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.