Edebiyat, özbeöz millidir

Yayınlama: 22.06.2015
A+
A-

 

“Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye,

onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala hem de alçaktır.

Bir adamın ‘benden başka herkes aldanıyor’ demesi güç şüphesiz;

ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?”

(Daniel de Foe)

 

Bizim hikâyemiz, şiirimiz, türkümüz, halk oyunlarımız, geleneğimiz/göreneğimiz, töremiz deriz ya, hakikat bu işte. Var olmak için gerekli, bunlara “milletin harcı” deniyor, aksi takdirde rüzgârın önündeki kuru yaprak gibi savrulur, ortada ne millet olur ne de yurt. Menfaat için uzanan elleri dost belleme, derler. İnsanın yaratılışında da var, kendinden olana meyletmek. Hiç kimse kıymetlisini başkasıyla paylaşmaz, biz bizim olanın kıymetini bilmeliyiz. “Çarşıya pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” da vardır işin sonunda. Bilge Kağan, “Üstte gök basmasa altta yer delinmese senin ilini ve töreni kim bozabilir? Ey Türk titre ve kendine dön!..” sözleriyle var olmanın hikmetinin kendi özünde olduğunu vurguluyor. İster bunu gör/duy istersen oralı olma; gerçekler değişmez.

İnsanlar benzerlikleriyle birbirlerine yaklaşırlar. Akrabalık, hemşehrilik, vatandaşlık ilgiyi/yakınlığı artırır. Buradaki etki, başlangıçta “anlaşma”dır. Bunun dışındaki benzerlikler insanları yakınlaştırsa da çok sağlam bağlar sayılmaz. Geçmişi olmayanlar da menfaat, çıkar ilişkileridir. Böyle durumlar sadece birbirlerini tanıyıp, anlama olarak kabul edilir ya da mecburiyetten oluşur, ticari ilişkiler gibi. Kültürel benzerlikler uzaklaştıkça ötekileştirme, yabancılaşma ve düşmanlıklar başlar.

Edebiyat, özbeöz millidirKültürde evrensellik söz konusu bile olamaz; en küçük zerresine kadar millidir. Kültürel değerler basit bir iletişim olarak değerlendirilemez, çok daha etkili bir konudur. Bu değerler milletlerin yaşama/yaşatma, var olma hakkıdır. Evrensel olan ilimdir, teknolojidir; aranır, bulunur ve alınır. Peygamber Efendimizin buyruğudur: “İlim, müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır.” ve “İlim Çin’de de olsa alınız.” Bunun dışındaki “evrensellik” tamamen bir çıkar ve sinsi dönüştürme hareketi olarak uydurulmuş bir emperyalist harekettir. Emperyalist devletlerin hâkimiyet ve sömürü politikası olarak zuhur etmiştir. Kapitalizmin insanları ruhsuzlaştırma, makineleştirme ve mankurtlaştırma operasyonları böylece sürüp gider. Yok edilmenin karşısında en büyük engel “kültürdür” yani “dil”.

Kapitalizmin yeni ihracatı kültür evrenselliği! İşkâl ettiği ülkelerde ilk bombaladığı yerler müzelerdir. Var mı bu vahşeti Asya ya da Afrika’da dillendiren bir millet? “Evrensellik” ne onursuz bir söz; renksiz, melez, piç, fahişe, kalleş ve devşirme; “Küreselleşme” ise sömürgecinin yeni misyonu, yayılmacı hareketi; akçeyle ilgili ve onun arkasında insanları bağımlı hale getirmek için sinsi bir köleleştirme düzeni. İlahi bir emirmiş gibi allayıp pullayıp çıkarıyorlar insanlığın karşısına. Alkışçısı ise bir sürü dalkavuk. Bir bakıyorsun çoğunluk taraf çoktan kabullenmiş gibi. Bütün insanlığı ilgilendiren, cihanşümul olan ilahi bir emir, karşı çıkanlarsa günahkâr sayılıyor! Ne farkı var orta çağ karanlığından? İşte dayatma bu. Argonun milliyetsiz metalik sesleri her yerde haykırıyor arsızca bunu. Kulun kurduğu düzen nasıl olur da ilgilendirir bütün insanlığı, var mı yeryüzünde bir örneği? Bütün maddi manevi kültür hazinelerini yok etmek değil mi emeli? Bu uğurda kaç millet silinip gitti yeryüzünden. Şimdi mezar kazıcılar bunların izlerini arıyor, kat kat yerin altında. Aristokrat yapılanma zamanında bile tutmamış bu aşı. Rus tarif felsefecisi Danilevsky, “Bir medeniyet başka bir medeniyete biçim değiştiremez” diyor.

Kokuşmuş olan “batılılaşma” fikrinin arkasından “çağdaşlaşmak” yoluna girdi zihni karışan/çıkarcı zayıf yürekliler. Sanki yeni bakire bir geliş “evrensellik”. Antropolojik çalışmalarla bir milletin başka milletin kültürüne dönüştürmek isteyenler, asla başaramadıklarını görmüşlerdir. Dönüştürülmek istenen milletler ya yok olmuş ya da kimliği belirsiz başka toplum haline getirilmiştir. Kültürsüz tek kutuplu bir toplum haline getirilmek isteniyor insanlık. Bu gidişle insanlıktan/medeniyetlerden izler taşıyan yerel bir kültür kalmayacak.

Kültür özbeöz millidir; ait olduğu milleti temsil eder, onlardan izler taşır; zamana göre gelişir fakat kolay değişmez. Hele bahsi geçen konu dil, edebiyat, müzik, halk oyunları ise bu iş nasıl olacak? Hafızalar silinmeden olmaz; bir milletin değerlerinin, başkasının indinde hiçbir anlamı yoktur.

“Sözümüz ana sütü kadar ak ve temiz.”

Şüphesiz “dil” kültürün en önemli unsurudur. Şive, ağız yapısı, lehçe, aksanlarıyla mensup olduğu yöre/toplum/milletin izlerini taşır. Bu konuda Cemil Meriç, “Kamûs, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır.” diyor, “Bu Ülke”de, kararlı bir bakışla. Müzik, asla evrensel olamaz çünkü onun bir dili vardır ve doğduğu yörenin, milletin dilinde, duygularıyla şekillenir. Birbirine uzak toplumların da hoşuna gitmesi müziğin dilini evrensel yapmaz. Güzel icralar başkalarının da hoşuna gidebilir elbet ama aslını temsil eder. Halk oyunları (folklor), ait olduğu toplumların desenleriyle, figürleriyle işlenmiştir. Kurtuluş Savaşını canlandıran efelerin duygu yoğunluğu yüklü gösterilerini başka millete hissettirmek mümkün mü? Bunları başka milletlerin yapması bu unsurun bütün insanlığa hitap etmesi anlamına da gelmez. Üzerinden zaman geçse de araştırmacılar bu desenlerden o milleti bulup ortaya çıkarması mümkündür.

Bayrağın temsil kabiliyeti olduğu gibi diğer sembollerin, desenlerin de aidiyeti vardır. Bunlar somut kavramlardır. Soyut kavramlar da (inanç, davranış gibi) en az somut kavramlar kadar hissedilen etkili ve geçerli sebeplerdir. Bayrağı olmayan toplumların da kültür farklılıkları sebebiyle, bulundukları toplumlardan ayrıcalıkları söz konusu olabilir. Bu bazen çok renklilik bazen de uyumsuzluk, ayrılma, çatışma sebebini doğurur. Bunların hepsi bir tanıma, hazım ve kabullenme sebebi olarak görülür.

Edebiyatın geleneğinde mensubiyet olmalı; Türk Edebiyatı, Rus Edebiyatı, Fransız Edebiyatı, İran Edebiyatı gibi. Bunu daha küçük parçalara indirgememiz de mümkündür. Türk Hikâyesi, İran Şiiri, Hint Masalları, Rus Romanı, Fransız Denemeleri diye özelleştirebiliriz de. Aynı milletin içindeki folklorik farklılıkları da sayabiliriz, bunlar uzak ya da yakın akraba olabilir. Bazen bölgeler, şehirler hatta köyler arasında bile farklılıklar ortaya çıkar. Birçok halk kültürü köyden şehre inişte bile değişime, gelişime uğrar. Bu zenginlikler kök itibariyle incelenir. Bütünüyle sayılan bu edebiyat türleri birbirlerinden etkilenmiş olabilir etkilenecektir de. Eğer aynen diğeri alınırsa bu alan milletin adıyla değil alındığı yörenin/halkın/milletin adıyla anılacaktır.

Edebiyat eserleri duygu ve ahlak üzerine bina edilirler. Bir başkasıyla ne ses, ne ruh, ne de düşünceleriyle benzerler. Temsil cihetinde nereye giderse gitsin alındığı yöreye aittirler, ait olduğu milletten örnekler sayılırlar. Bu konuyu bir misalle açıklayacak olursak; Dünya roman tarihinde Kırgız yazar Cengiz Aytmatov önemli bir şahsiyettir. Fakat mühim eserlerini Rusça yazdığı ve Kırgızcaya çevrildiğinden bu eserler Rus roman geleneğini temsil eder. Bu eserler çıkış itibariyle, iç unsurları olarak tamamen Rus edebiyatından izler taşır, bu bir mantık, kurgu, duygu, düşünce anlayışıdır. Edebiyat uzun ömürlü bir canlı gibidir; kökü çok derinlerde ve asırlar ötesinden yaşadığı zamana ait bilgiler taşır.

Elin adamı ne anlasın şu türkünün sözlerinden? Duyunca aval, aval bakar sadece. Neden? Çünkü bu sözlere duygu yükü, gönül meselesi girmeyince anlaşılmaz meret.

“Şafak söktü yine sunam uyanmaz

Hasret çeken gönül derde dayanmaz

Çağırırım sunam sesim duyulmaz

Uyan sunam uyan derin uykudan.”

Evrensellikten bahsederseniz edebiyatta elinizde ne türkü kalır ne de bamtelinizi titretip “ciz” ettiren duygu yüklü sözler. Metalik seslerle sadece sallanırsınız! Ondan sonra soysuzlar çıkıp Türklüğünüzü tartışırlar, başınıza çalarlar İstiklal Marşını. Milleti millet yapan unsurların başında dil ve onun ürettiği edebiyat gelir. Edebiyat aritmetik formülleriyle izah edilemez zekâyla ilgilidir.

Marksistler “edebiyat hayattan soyutlanamaz” diyerek haklı bir noktaya işaret etmektedirler. Erol Güngör Hoca, Sosyal Meseleler ve Aydınlar, adlı kitabında; “Edebiyat ile hayat arasında sıkı bir münasebet bulunduğunu hepimiz kabul ederiz, ama bu münasebetin birçok yönleri hakkında pek az bilgimiz vardır. … Edebiyat hayattan ayrılamaz, ama bu ikisi arasında bağlantının mahiyeti nedir, hangi hal ve şartlarda nasıl değişir, asıl mesele bunların bilinmesidir.” demektedir. Edebiyatın hangi dönemlerde öne çıktığı hangi dönemlerde geri plânda sönük kaldığı incelenmelidir. Türk Milleti’nde geçmişte okuyan kesimin birçoğu edebiyatla ilgilenmekteydi. Şiirler, hikâyeler, romanlar yazılıyor çoğu da okunuyordu. En radikal siyasi organlarda bile edebiyata yer veriliyordu. Türkiye’de okuma oranı düşük olmasına rağmen okuyan kesimin okumalarında ağırlıkta edebiyat yer almaktaydı. Günümüzde okuma oranının iyice düşmesiyle birlikte edebiyat eserlerine ilgi daha da azalmış bulunuyor.

“Türkiye’nin şu sırada bir dönemden geçtiğini gösteriyor, fakat bu dönemin özelliklerini kolay kolay tesbit edemiyoruz. Çoğumuzun aklına ilk gelen nokta, edebiyata ayrılacak zaman bulunmadığı bir hayat girdabına düşmüş olmamızdır. Türkiye hem siyasi hem sosyal bir istikrarsızlık içindedir; her tarafta kargaşalık hâkim olmuş bulunmaktadır.” sözleriyle Erol Güngör Hoca bize gidişata dikkat çekmektedir. Bu kafa karışıklığı günümüze daha da olumsuz olarak yansımaktadır. İthalat mantığıyla, edebiyatta evrensellik, toplumu kültür bunalımı sonucu kimlik sorgulamasına götürür. Edebiyat bir zihin işidir, yani entelektüel dediğimiz insanların eseridir. Zihin hayatını ilgilendiren bazı meslekler klâsik kültüre fazla ihtiyaç duymadan yürütülebilir; belli bir tekniği öğrenerek onu maharetle icra edebilir, hatta ilim adamı bile olabilirsiniz. Fakat edebiyat yapabilmek hazmedilmiş bir klâsik kültürle mümkündür. Dilin bütün inceliklerine hâkim olacaksınız, beşer kültürünün büyük eserlerini okuyup onlardaki meseleleri ve görüşleri kavrayacaksınız, devam ettirdiğiniz geleneği de karşı çıktığınız geleneği de çok iyi bileceksiniz, ayrıca iyi bir düşünce terbiyesi, ‘sabır, disiplin, dikkat vs.’ almış olacaksınız. Bütün bu bilgi ve maharetler sağlam bir kültürün içinde, iyi yetişmekle elde edilebilir. Evrensellik bunun neresinde?

Okunacak Kitaplar: 1) Cemil Meriç, Bu Ülke. 2) Erol Güngör, Sosyal Meseleler ve Aydınlar. 3) M. Şevki Yazman’ın anıları, Kumandanım Galiçya ne Yana Düşer.

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.