Muizzî’den Günümüze Emek Hırsızlığı

Yayınlama: 17.05.2020
A+
A-

Muizzî, Büyük Selçuklu Devleti’nin kudretli hükümdarı Sultan Melikşah’ın himayesinde yetişen, çağının en önemli saray şairlerinden sayılan, edebiyata ivme kazandıran mühim bir şahsiyettir. Nihad Sami Banarlı’nın Edebiyat Sohbetleri kitabında Muizzî ile alakalı ilginç bir rivayet yer almaktadır. Hakkındaki bu rivayetin gerçek olduğunu düşünmüyorum. Banarlı, bunu hakikat değil bir hikâye olarak kabul etmemizi istiyor. Gerçekliği olmasa da bu meseleden hepimizin çıkaracağı dersler vardır. O yüzden kaleme alma ihtiyacı duydum.

Muizzî, çok kuvvetli bir hafızaya sahipmiş. Yanında okunan şiiri bir sefer dinleyince ezberleyebiliyormuş. Muizzî’nin oğlu da iki defa dinleyince bir şiiri ezberliyormuş. Kölesi bile üç defa dinlediği şiiri ezberleme kabiliyetine sahipmiş.

Sarayda Melik’üş-şuara (şairlerin meliki) ünvanına sahip olan Muizzî, Büyük Selçuklu Devleti sultanı Sencer’in huzuruna çıkıp da şiirlerini takdim etmek isteyenleri önceden dinlemektedir. Bu şairlerin okuduğu şiirleri bir defa dinleyince ezberler. Saraya gelen şairler, tam padişahın huzuruna çıkıp şiir okumaya başladığı zaman Muizzî ortaya atılır ve “Padişahım bu şiir bana aittir.” diyerek ezberinden okumaya başlar. Sonra oğlunu çağırarak “Padişahım benim bu şiirimi oğlum da biliyor bir de o okusun.” der. Şiiri iki kez dinlemiş olan oğlu da ezberinden okumaya başlar. Böylelikle şiirin kendisine ait olduğuna dair Sultan Sencer’i ikna eder. Bu iş böylece devam eder. Hiçbir şair, eserini sultana takdim etme fırsatı bulamaz. Muizzî, her okunan güzel şiiri sahiplenir.

Bir gün saraya üstü başı kirli, pejmürde görünümlü bir adam gelir. Sultana bir şiir sunmak istediğini söyler. Şiirini Muizzî’ye okur. Kötü yazılmış, basit bir şiir olduğundan dolayı Muizzî, bu adamın sultana şiir okumasında bir sakınca görmez. Ertesi gün  sarayda sultanın yanı başında yerini alır ve şiirini sunmak için bahsedilen adam huzura çağrılır. Elbisesi kir-pas içinde olan adam şimdi saraya ihtişamlı bir kıyafetle gelmiştir. Muizzî, kendisine bir oyun oynandığını fark edince kıpkırmızı kesilir. Meğerse dün gördüğü o pasaklı adam Fars Edebiyatı’nın gelmiş geçmiş en büyük şairleri arasında yer alan Evhadüddin Enverî’nin ta kendisiymiş. Enverî, Muizzî’nin hilekârlığını bildiği için hazırlıklı gelmiş ve mahsustan kirli bir elbise ve kötü bir şiirle karşısına çıkmış. İşte şimdi bütün ihtişamıyla karşısında durmaktadır. Bir kaside okumaya başlar. Bir kaç dize okuduktan sonra Muizzî’ye dönerek:

-Söyle bakalım Muizzî, bu şiiri de sen mi yazdın? Sen yazdınsa bundan sonrasına devam et. Eğer sen yazmadınsa bana ait oduğunu itiraf et diye seslenir.

Muizzî, çaresiz bir şekilde şiirin Enverî’ye ait olduğunu itiraf eder. Enverî, o büyüleyici güzellikteki kasidelerinden birini Sultan Sencer’e okur. Padişahın takdirini kazanır. Sarayda baş tacı edilir. Oğuzlar’ın, Sultan Sencer’i kaçırdığı günlerde Enverî’nin muhteşem bir kaside yazdığı ve Sultan Sencer’i esaretten kurtarabilmek için bu şiirini Semerkand’a gönderdiği biliniyor.

Bu rivayetlerden dersler çıkararak günümüze dönelim. Üretken olan insanların sayılarının azaldığı, sanatın ve edebiyatın ayaklar altına alındığı bir dönemeçteyiz. Bugün de nice Muizzîler, emek hırsızlığı ile gündemde kalmaktadırlar.

Normal bir şiirin yazılması şair için yaklaşık olarak yarım saat kadar bir süreyi bulabiliyor. Şiir yazabilecek hissiyatı yakaladıktan sonra fikir jimnastiği yaparak her kelimesine özenerek kıvamını bulmasını beklemek, ahengini ayarlamak; hecesini, ayağını,durağını hesaplamak ciddi emek isteyen bir meseledir. Üç gün sonra bir de bakıyorsun ki başkaları beş dakikalık bir video çekmiş, emek sarf edip yazdığın şiiri kendi ismiyle izinsiz yorumlamaya başlarken mahlasını bile değiştirme ihtiyacı duymuş. Müzisyen, senelerini harcayıp beste yapmış,  bestesi çalınmış. Gazeteci, emek verip onca saatini ayırarak haber yapmış, elin oğlu kopyalayarak web sayfasında kendi adına haberi kullanmaya başlamış.

Üretmeden tüketmenin, popüler olmanın, gündemde kalmanın derdinde insanlar. Nasıl olsa birileri emek verir, kaymağını yemek ise bizlere düşer diye düşünüyorlar. Ancak taşıma suyla değirmenin dönmeyeceğini, intihâl ve hakikatin er geç ortaya çıkacağını bilmeleri gerek bu kişilerin.

Sanatçı ruhu taşıyan kişinin, erdemli duruş sergilemesi gerekir. Ahlaki değerlere, etik kurallara saygılı olması icap eder. Kendisini bu toplumun bir fikir işçisi olarak görmeli ve o düsturla eserlerini üretmeli.  Emeği gözetmeyen, tavırları hiç bir ahlâkî değerle bağdaşmayan, hırsızlık yapan insanların; maskelerinin eninde sonunda düşeceğini, piyasadan kaybolup gideceklerini görebilmek için müneccim olmaya gerek yok sanırım. Cevher, küller altında kaybolsa bile değerini korur. Kibrit çöpünü altınla süsleyen olsa bile er geç kırılacak ziyan olacaktır. Kibrit miyiz, cevher miyiz evvela kendimizi bilelim. Emeğe, alın terine saygı gösterelim.

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 4 Yorum
  1. Naçizane dedi ki:

    Gönlü güzel insan. Güzel bir yazıydı. Teşekkürler…

    1. Önder Eryılmaz dedi ki:

      Çok teşekkür ederim.

  2. Burhan dedi ki:

    Kalemine sağlık Önder hoca

    1. Önder Eryılmaz dedi ki:

      Allah razı olsun. Sağ olun.